RAMAZAN PROGRAMLARI “VACİB” Mİ?
Ramazanda dinî yayın yapmak bir zorunluluk mudur? Daha doğrusu dinî bir vecibe midir? Şöyle de sorabiliriz, “dinî yayın yapanlar bu yayınları dinî bir saikle mi yapıyorlar?”
millivicdan.org - Dinî konuların yayın yoluyla ifadesi hususunda 1950 bir dönüm noktası. 1930'lu, 1940'lı yıllarda gazetelerde “dinden bahseden” yazıların yer alması genelgelerle men ediliyordu.
Devlet radyosunda değil dinî yayın, dinî müziği de ihtiva eden klasik mûsıkî yasaklanıyordu.1950'de DP iktidarının yaptığı işlerden biri de ezanı aslî haline çevirdikten sonra ramazan ayında radyoda Kur'an okutmasıdır.
1950 yılının 5 temmuzunda Diyanet İşleri Başkanı Ahmed Hamdi Akseki ve bir hafız bu maksatla Ankara Radyo evine giderek Kur'an-ı Kerim okudular...
Bu başlangıcın halkın büyük ekseriyetini memnun ettiği tahmin edilebilir. Elbette bu başlangıctan endişelenenler de vardı.
Şimdi dinî yayında da önde görünmek isteyen Hürriyet'in iki gün sonraki haber başlığı şöyledir: “Radyoda politik icaplardan dolayı mı Kur'an okunuyor.” Radyolarda bazı günlerde Kur'an-ı Kerim okunmasına karar verilmesi “bazı çevrelerde hayret uyandırmış, laik bir devletin radyosunda Kur'an-ı Kerim okunmasının yalnız politik icaplardan ileri geldiği kanaatini ortaya koymuştur.” Haberde hükümetin halkın talepleri doğrultusunda bu kararı aldığı, fakat bu taleplerin nereler varabileceğinin merak edildiği ifade edilmektedir. Şimdi bir iki istisna dışında, gazete, dergi veya televizyon... dinî yayın yapmayan kuruluş yok gibidir.
Cuma, kandil ve ramazanlarda dinî yayınların belli ölçüde rağbet gördüğü anlaşılıyor. İlk dinî yayın “rakı içilen yerde Kur'an okunurken radyo açıksa ne yapılacağı” sorusunun sorulmasına da yol açmıştı...Dinî muhtevanın cami dışına taşması ilk bakışta olumlu görülebilir.
Fakat bu mecraların muhtevaları içinde sınırlı yer işgal eden dinî yayının nasıl bir çerçeveye oturtulduğu önemlidir. Yayın muhtevasının bütünü düşünülürse, dinî yayın arızî bir olgudur. Diğer zamanlarda yayınlanan programlar dinî yayınların muhtevasına tamamen zıt olabilir. Ramazan yayıncılığı, yine devlet tekelindeki radyo ve televizyonlarda kalıpları oluşturulmuş bir türdür.
Devletin yayın kuruluşlarında dinî yayınların dönemlere, yönetimlerin taleplerine göre farklı şekiller aldığı görülmektedir. Uzun süre devletin yayın kuruluşlarında suya sabuna dokunmayan, esas olarak laikliği gözeten, hatta telkin eden programlar yayınlanmıştır. Şu sıralar resmî kurumların yayınları ile özel yayın kuruluşları arasında ciddi bir fark kalmamıştır.
Diyanet Televizyonu'nun devreye girmesinin dinî yayıncılığı ne ölçüde etkilediğinin araştırıldığını sanmıyoruz. Seyredilirlik kaygısı duyulmadan yapılan bu yayınların kitlelere ne ölçüde ulaştığı da bilinmemektedir.
Ramazan yayınlarının özel bir tür teşkil ettiği görülebilmektedir. Ramazanda yapılan dinî yayınlar, çok yoğun bilgilendirme üzerine kurulmuştur.
Program sunucuları, ramazan münasebetiyle halkın ilgisini bu yönde kullanmakta ve birçok ilahiyat hocası bu vesile ile ekranlarda görünmektedir. Seyredilirlik ölçümleri (reyting) bazı isimlerin öne çıkmasına yol açmakta, tabiatıyla bunların piyasası da yükselmektedir.
Ramazanda dinî yayın yapmak bir zorunluluk mudur? Daha doğrusu dinî bir vecibe midir? Şöyle de sorabiliriz, “dinî yayın yapanlar bu yayınları dinî bir saikle mi yapıyorlar?”
Birçok yayın kuruluşu spor programlarını, magazin programlarını neden yapıyorlarsa, dinî yayınları da aynı maksatla yapmaktadır. O zaman öncelik, ilgi çekmek, seyredilir olmak ve böylece reklam payını artırmaktır. Zaman zaman ihtilaflı konuların ekrana getirilmesi, aykırı tavırları bilinen kişilerin programlarda boy göstermesinin sebebi hikmeti kolaylıkla anlaşılabilir.
“Dinî yayın”dan ziyade, dinî bilgilerin yoğun olarak kısa sürede vatandaşı bıktıracak şekilde verilmesinden çok, dinin hedeflediği hayatı, insanı, dünya tasavvurunu bütünlük içinde ifade eden yayınların yapılması önemlidir. Bu yönde çok fazla birşey yapılamadığı da görülebilmektedir.